Bir işin hayatım olması ile hayatımın iş olması arasında kaybolmadan farklılığımı ortaya koyuyorum
Sohbetimize başlarken öncelikle sizi tanımak isteriz. Eğitiminiz ve iş hayatına atılma sürecinizden bahseder misiniz? İç Mimarlığı seçmenizdeki etkenler nelerdir? Meslek seçiminizin sonrasında mimarlığın yanı sıra ilginizi çeken alanlar oldu mu?
Farklı lezzetleri yakalayabilmek, gördüğünü anlamak, seçkilerin arasından kendininkini ayırt edebilmek için farklı disiplinleri de takip etmek, öğrenmek gerekiyor. Ben bu konuda çok şanslıyım çünkü çok renkli ve geniş bir eğitimim var. Almanya’da doğmam ve okula orada başlamam farklı kültürde yabancı kalmamayı, Viyana’da Konservatuar yılları sahne üstünde görselliği yani dekor, kostüm, sahne düzeni, müzik, dans, plastik sanatların her dalını tanımama olanak tanıdı. Tasarımın bir ekip işi olduğunu, solo dansçının değil tüm balenin başarılı olduğu zaman beğenildiğini öğrendiğimde anladım. İstanbul’a dönmek zorunda kaldığımda bu eğitimi katlayacak tek çizginin iç tasarım olduğunu hissettim ve Marmara Ünv. Güzel Sanatlar F. İç Mimarlık ve endüstri tasarımı eğitimim mesleğimi somutlaştırdı. Endüstri tasarımı ana dalımdı ama tek ürün değil bütünü ilgimi daha çok çekiyordu çünkü sahne tasarımına alışkın ruhum yetinemiyordu. Ancak tasarım tarihi, özellikle mobilya tasarım tarihi, mimari dönemler, sanat tarihi ki taban bir eğitimim vardı beni çok heyecanlandırıyor ve malzeme olarak besliyordu. Fakülte projeleri her ne kadar ilgimi çekse de gerçek hayatta ne olup bittiğini merak ediyordum ve daha ilk yıldan o tarihlerde hayli popüler olan bir iç mimarlık ve mobilya tasarım firmasına gidip onlarla çalışmak istediğimi ve benden çok yararlanabileceklerini söyledim. Tabii bu tavrımdan çok hoşlandılar ve 4 yıl onlarla Ünv paralelinde çalıştım. Şimdi bu cesareti nasıl bulmuşum diye düşünüyorum. Mezuniyet sonrası bir yıl daha çalıştığım bu firmada1986-1991 arası toy bir iç mimar olarak ayrılıp, 1.5 yıl işime ara verip, Brighton’da yüksek lisansa eş değer programlara katıldım. Tasarım yönetimi, renk piskolojisi, tasarım tarihi, mimarlık ve mobilya tarihi gibi. Stilleri, dönemleri öğrendikçe Antika mobilya tutkum gelişti, merakım arttı ve sanatın her dalında olduğu gibi tarihin gelişimiyle mimarlığın, mekanların ve insan için yaratılan her şeyin birbirine paralel geliştiğini ve dönemimizde artık tekrarlardan beslendiğimizi fark ettim. Yani iyi bir gözlemle, yeni bir şey yaratabilmem için geçmişin her evresine hakim olmalıydım. Tüm bu debelenme süreci mesleğime ara verdiğimden bir zamanlar bana kayıp olarak görünse de şimdi gerçek kazancımın o biriktirme dönemi olduğunu anlıyorum. Çünkü sonrasındaki tüm ivmeyi o dönem hazırladı.
Hakan HelvacıoğluDesign Co. ne zaman kuruldu? Firmanın yapısını, ekibinizi ve bugüne kadar geçirdiğiniz aşamaları kısaca anlatır mısınız? İç mimarlık projeleri yapıyorsunuz, işinizin zorlukları ve güzelliklerine değinecek olursak bu konuda neler söylemek istersiniz?
Hakan Helvacıoğlu Design CO. geçmişimin son gözbebeği, yeni 1 yıllık bir oluşum. Tüm deneyimlerin getirdiği son Konsantre oluşumum. Sadece ürün tasarımı çalıştığımız ve örneklerini de paylaştığımız ikinci gözdem de Hakan Helvacıoğlu Stüdio markamız. Aslında ülkemizin tasarıma ve iç mimariye veya daha net bir dille dekorasyona yaklaşımının zaman ve gündeme göre canlı şahidiyim, birçok eş dönem değerli tasarımcı arkadaşım gibi. Ben bile 80’lerin Özal Dönemi konforunun getirdiği rahatlıkla, sanata iyi yaşama olan tutkunun zirve yaptığı periyodu son noktada yakalayabildim. O dönem Antika mobilya tutkusu çok öncelikliydi ve iyi bir sektörü de besliyordu. Bilgim ve ilgim de çok yardımcı oldu işlerimde. Öne taşıdı. Gösterişli ama zevkli evlerin dönemiydi.. Evet, modern evleri zevkli bulmama rağmen, kendimi çok malzemeyle ifade edebildiğim görüntü buydu..90’ların ortalarında belki istikrarsız ekonominin ki anlık siyasi iniş- çıkışlara bağımlıydı, zorunlulukla antika dokunuşlu mekanlar, büyük evler yalınlaşmaya başladı. Kimi sade soluk mekanların peşinden koşarken ben ve izleyicilerim dünyada olduğu gibi etnik detaylarla zenginleştirilmiş evlerin görselliğini tercih ettik. 2000’lere geldiğimizde belki de değişen Türkiye ekonomiyi dalgalandırırken bizi de farklı alanlarda farklı ülkelerde çıkış noktaları bulmaya veya en azından motivasyon aramaya itti. Böylece o yıl ticari zekasına güvendiğim bir arkadaşımla H2C İç Mimarlık Ltd kuruldu ve akabinde Hong Kong’da uluslararası bir inşaat şirketinin projelerinin soft finishing süreçlerini üstlenmeyi kabul ettik. Hong Kong tam da aradığım kültürler senteziydi. İngiliz-Çin sentezi ve ayakta kalabilmiş Çin sanatının etkileri aradığım malzemeyi fazlasıyla verdi. O dönemlerde projelerimin çoğunda bu müthiş Uzakdoğu dokunuşunu yalın atmosfer içersinde kullanımımı görebilirsiniz. Ancak unutulmamak adına her ayın 20 günü Hong Kong ve projeler nedeniyle Singapur ve Kuala Lumpur’daykem, diğer on günü İstanbul’da olmaya özen gösterdim ve buradaki projelerimi takip ettim. Tabii ki 2. yılın sonunda bu tempo çekilmez olunca İstanbul merkezli çalışmaya geri döndük. Sadece mekan tasarımı sürecimiz bu dönemde ürün ve müşteri evleri ile başlayan mimari proje tasarımına da dönüştü. Özellikle Ankara ve İstanbul’da birbirinden çok farklı tipte her noktasını tasarımladığımız ev projeleri yarattık. Ofisler de varlığını korudu. Dünya ve Türkiye her konuda dalgalanmalar yaşarken dekorasyonu oluşturan beğeniler ve dayatmalar da çok değişti. Minimal oldu, maximal ile üzeri örtüldü. Modern ama sıcak atmosfer dendi, mobilya firmalarının tip görünümlü silüetine büründü. Ülkemizde ise açıkçası hazır mobilya ve sunulan görünümler, Arap ve Güneydoğu etkili tuhaf bir yeni çizgi doğurdu. Klasikten bile algılanan o oldu. Yani zamanında, geçmiş stili olmayan bir yeni üretime yan gözle bile onay vermezken, ülkeye dayatılan bu görünüm korkunç bence aynı Osmanlı temalı evlerin sahte oluşu gibi. Avrupa çizgisine baktığımızda tasarım en önemli ana faktör ki bu da tasarımcı ve önemini vurguluyor. Ülkemizde bir süredir tasarım ve tasarımcıya olan sempati ve destek çok sevindirici olarak görülürken ki bu dünyayı izlemenin ve de yüzümüzü Doğu yerine hala Batı’ya dönüşümüzün kanıtı olarak algılanıyor, her üretimin tasarım olmadığının da farkına varmamız gerektiği tehlikesini getiriyor, mimari projeler ve mimari ofisler çok gelişti. Yurt dışında da projeler bu imzalar ile anılır oldu. İç mimari de yine bu sebepten ve kendi gelişimiyle iyi ofisler doğurdu ki çoğu yurt dışında da marka olarak algılanıyor. Ürün tasarımında da üretimle çok çelişse de yine özel tasarım yaratma hedefleri sevindirici. Bize gelindiğinde, bire bir kontaklı projelerimi en aza indirdim açıkçası. Sadece her şeyde aynı fikirde olduğum projelerde yer almak istiyorum. 30 yılın getirdiği deneyimi ve katkıyı algılayıp bunu hem fark hem renk olarak kullanabilecek ve bunu taşıyabilecek projeler beni heyecanlandırıyor. Şu an hem mimari projesi hem iç tasarımı üzerinde çalıştığımız farklı projelerimiz devam ediyor. Almanya’da uzun yıllar evlerini yaratmış olduğumuz geleneksel bir firmanın yine projeleri oluşturuluyor ve hatta çalışma ortağı olarak Katar ve Abu Dhabi’de projelere başlıyoruz. Bakü’de evlerini yapmış olduğum bir ailenin İstanbul ve Bodrum’daki yerlerinden sonra farklı projeleri hazırlanıyor. Yine Zorlu’da farklı ailelerin ev ve ev-ofislerini tasarımlıyoruz.
Hakan Helvacıoğlu’nun projelerinde farkını ortaya koyduğu noktalar nelerdir?
Tasarımlarınız da size ilham veren şeylerden bahsedebilir misiniz? Olmazsa olmaz diyebileceğiniz unsurlar var mıdır?
Özellikle geçmişte, müşterilerimle çok seyahat ederdim. Hem benimle vakit geçirmek hem seçimlerde fikre ortak olmak hem de içinde emek harcadığından bitiminde bundan kendine pay çıkarmak onlara keyif verirdi. Özellikle Paris yoğunluklu adresimizdi. Clignant Court’da antika ve vintage parçalar yakalamak, Marais’de Design Store’larda yeni şeyler keşfetmek, seyrek de olsa Rive Gouche’daki antikacılardan bir parça alabilmek bizi mutlu ederdi. Zaman içersinde yoğunluktan ve herkesin kendi temposundan bu rolü kendim üstlendim. Onlara kendim satın alıyorum, anında haberleşerek. Hem dünya hızlandı, web ve sosyal medya üzerinden dünyanın her yerinden sipariş verebiliyor, satın alabiliyor ve kapıya teslim ettiriyorsunuz, bu büyük kolaylık. Özel üretimler bile dünyanın her yerine kaydı. Hayat çok süratli. Özellikle bu pandemi döneminde tüm bu seyahatlerden mahrum kaldığımızdan online araştırmalar, satın almalar ve en güzeli kendi tasarımlarımızı üretmek ve paralel süreç yaratıp, Türk Tasarımcı / Tasarımı olgusunu kuvvetlendirme zamanındayız. Her sıkıntı bir güzellik beslermiş...
Bugüne kadar gerçekleştirmiş olduklarınız arasında sizi en çok heyecanlandıran ve sizi etkileyip yansıttığını düşündüğünüz proje veya ürünleriniz nelerdir?
İki yıl önce tamamlanan ve iki yıl süresinde hayata geçen’ Kandilli’de Bir Türk Evi’ olarak basına yansıyan projem belki de en çok sevdiğim projemdir. Hem restorasyon hem mimari hem de iç mimarinin her aşamasını barındırıyordu. Peyzaj düzenlemesi dahil viran bir arazide bir hayatı var ettik yeniden. Ama en büyük emek, her isteğime, görüşüme saygı duyan, destekleyen ve en az benim kadar sevgiyle bu işe sarılan ev sahibinindir.
Hangi konseptte ve ölçekte olursa olsun tasarımlarınızın ardında sizi ifade eden ve asla vazgeçmem dediğiniz ilkeleriniz var mı? Tasarım felsefenizi nasıl tanımlarsınız? Mimariye ve konuma saygılı, tarz takıntısı olmadan yaşayanların uzun yıllar huzurlu, mutlu, keyifli yaşayabilecekleri ama konforu göz ardı edilmemiş, sanat eseri, Vintage ve Antika parça katılımlı sıcak atmosferli mekanlar yaratıyorum.‘Kendi Stili Olan Evleri Yaratan İç Mimar’ olarak anılıyorum ki bu tavır aslında benim her konudaki seçimimin bir özeti gibi. Bir iş in hayatım olması ile hayatımın iş olması arasında kaybolmadan farklılığımı ortaya koymak sadece. Bu duruş bir Marka yarattıysa bu bir projeyi oluştururken anlık hayaller ile değil, tüm donanımımla, deneyimlerimle, özel hayatımdan çaldığım zamanımla, tüm kimliğimle yaratıyor olmamdan kaynaklanıyordur. Bir projeyi hayata geçirirken projenin nevi, kullanıcı beklentileri, hedefleri, yaşam alışkanlıkları ve kimliklerini mimarinin ve lokasyonun da sınırları ile bütünleştiriyorum. Yani bu proje bir ev ise nerede konumlanıyor, mimari tipi ne, kullanıcı ailenin her karakterinin beklentileri nedir, yaşam alışkanlıkları ve kişisel istekleri, zevkleri, hobileri nedir, daha önceki evlerinde neleri deneyimlemişler şimdi neye hazırlar, bunlar benim yola çıkış noktalarım. Tüm bu verilerin ışığında ilk anda fotoğraflar beliriyor sonra bir filme dönüşüyor ve yönetmeni de benim. Yani mekanı sadece bir tasarım bir proje gibi görmeyerek, her objesinden teknik donanımına kadar yoktan yaratılan bir hikaye olarak görüyorum. Üstelik her hikayem birbirinden farklı ve kişiye özeldir. O yüzden beni de farklı kılan, farklı kulvara taşıyan da bu tavrımdır.
Güncel çalışmalarından bahsedebilir miyiz?
Devam eden mimari-iç mimari tasarım projelerimiz yanı sıra; gözdemiz olan HH Studio markamız altında mobilya, kumaş, ev tekstili ve aydınlatma tasarımları yapıyoruz. Ayrıca Madder Rugs için de Halı Koleksiyonu hazırladık, ilk koleksiyonumuz satışta. Bu birliktelik yeni koleksiyonlarda da devam ediyor. Farklı bir mobilya markası ile de koleksiyon hazırlamak üzere anlaşma sürecindeyiz. Oluşumu ben de heyecanla bekliyorum. İki yıl önce ilk adımlarını attığımız iç mimarların güç birliği hedefleyen İDEALİST şu an ilk kuruluş yıldönümünü kutladı. Yoğun bir biçimde aktif görev alıyorum ve bu gönüllü katkım, beni çok mutlu ediyor gençler, sektör ve ülkemiz adına. Aynı zamanda sosyal sorumluluk kapsamında Üniversiteler ve öğrenci kulüplerinde ‘tasarım ve gerçek hayat’ temalı seminerler veriyorum davet edildiğimde. Tüm bu aktarımlarımı paylaşmak çok heyecanlandırıyor beni. Farklı firmalara yurt dışından vintage veya tasarım mobilya, obje ve ürün seçimlerinde danışmanlık yapıyorum. Bizzat ürünlerin seçkisini koleksiyon düzeyinde oluşturuyorum. Müşterilerim için yine yurt içi ve yurtdışı Sanat Fuarlarından ve galerilerden sanat koleksiyonu oluşturuyorum.